5 Ocak 2008 Cumartesi

en kahraman rıdvan

[sezon 1 - bölüm 5 - white rabbit]



geçen günlerde yapılan bir araştırma, adada her şey neden jack’in etrafında dönüyor sorusuna cevap gibiydi; bir grup insan içinde labirentler, uzun koridorlar, kapılar olan dört tarafı kapalı bir yere konuyor ve bunların sadece küçük bir kısmına hangi yöne gitmeleri gerektiği söyleniyor. ve bir süre sonra görülüyor ki kendilerine hangi yöne gitmeleri gerektiği söylenmeyen denekler, ne yaptıklarını bilen denekleri takip ediyorlar. açıkçası bu psikolojiden haberdar olmak için bu araştırmanın sonuçlarını beklemek gerekmiyordu. günlük hayatta da bazen tanımadığımız bir yere -sözgelimi bir devlet dairesine- gittiğimizde ve ne yapacağımızı bilemediğimizde sağda solda koşturanlara bakıp yönümüzü bulmaya çalışmıyor muyuz? o devlet dairesinde kendi jack’imizi aramıyor muyuz? adada jack, sayid, kate ve bir kaç sivri karakter dışında kalanların da yaptığı bu değil mi? jack onlara istedikleri şeyi veriyor.

biz tekrar adaya fokuslanalım.



kimse farketmediğimizi sanmasın; adada altıncı gün ve özellikle dişi kazazedeler adeta paris-milano moda haftasındalarmışcasına bakımlılar. pek tabi sevgili kate’imizi en pejmurde haliyle görmek istemezdik bu yüzden bu faulü de görmezlikten geliyoruz.



dizinin bu bölümünde hep birlikte jack’in çocukluğuna iniyoruz. gözlerinin önünde dayak yiyen bir arkadaşının ölmesi, babasıyla kahraman olmak ve olmamakla ilgili yaptıkları konuşmaya tanık olduktan sonra –sözümona- neden kahraman olmaktan ısrarla kaçındığını anlıyoruz. ve annesiyle yaptıkları konuşmada babasının evden kaçtığını ve buna jack’in yediği bir haltın neden olduğunu öğreniyoruz. acaba jack geçmişte ne bok yemişti de babanın evden kaçıp gittiği uzakdoğuda alkol komasına girip ölmesine sebep olmuştu?



son olarak düşünüyorum da acaba düştükleri yer bir ada değil de hayat ile ölüm arasında bir boyut olabilir mi? bermuda şeytan üçgeninde ya da. nitekim başka bir uçağa ait bir enkaz da var ve bu düşen daha başka uçaklar da olabileceği anlamına geliyor. belki de aslında onlar uçak kazasından kurtulanlar değil ölenler ve cesetleri bulunmadığı için ruhları acı çekiyor. jeniffer love hewitt'in ghost whisperer’ından böylesi ruhlar alemi atraksiyonları olacağını biliyoruz. neden olmasın hacım?

4 Ocak 2008 Cuma

adada korkulan gelişme: jack ve kate arasındaki ilk yakınlaşma

[sezon 1 - bölüm 4 - walkabout]

sevgili günlük. adalıların yiyecekleri tükenince ilk gün düşünmeleri gereken şeyi şimdi düşünmeye başladılar ve ben onlara bakıp sadece gülüyorum. yiyeceklerin bittiği anlaşılınca birdenbire yayılan panik havası hiç birinin açlıktan ölmek istemediğini gösteriyor. onlara şimdiye kadar aklınız neredeydi diye sormak isterdim. yaban domuzu avlamayı öneren albayın çözümü -şimdiye kadar bildiğimiz üzere- adada en az bir müslüman, bir vejeteryan olduğunu göz önüne alırsak herkesi memnun edecek gibi görünmüyor.

işte o müslüman ırak'lı sayid. ilginç biri. gereksiz tartışmalardan kaçınması, adadan kaçmak konusunda en fazla çabayı gösterenlerden biri olması, telsiz, verici, radyo gibi şeyler yapmak konusunda pratik olması kendisini sevdiğim karakterler arasında ikinci sıraya yerleştiriyor. birincinin kim olduğunu tüm ada halkı biliyor.


şşşt john akıllı ol kırırım o kolunu

bu kez flashback'i gelen ‘çakma albay'ımız john. bir kaç flashback anında albayımızın paralı sexphone hatlarından helen takma isimli birine abayı yaktığını, aslında hayatı boyunca orduda bulunmadığını, kazaya kadar son dört yıldır tekerlekli sandalyeye mahkum yaşadığını ve türk filmlerinde görmeye alıştığımız üzere kazadan hemen sonra yürümeye başladığını öğreniyoruz. ve kazanın hemen ertesi cool ve lay lay lom hallerine bakıp da nasıl bu kadar mutlu olabildiğini görüp şaşırdığımız albaya hak veriyoruz. sevgili günlük gün geçmiyor ki lost'ta izlediğimiz, gördüğümüz, öğrendiğimiz bir takım şeyler bizi şaşırtmasın.

adada gece bir tiyatro oyununda olduğunu sanıp yaşanan olayları dramatize etmeye meraklı 'göbeği burnunda' claire'in önayak olduğu anma gecesiyle ona erdi. bu anma töreni belki de gerekliydi emin değilim.

3 Ocak 2008 Perşembe

mahallenin muhtarları belki de süper baba tadında

[sezon 1 - bölüm 3 - tabula rasa]

bıçak sırtında ilerleyen bir senaryonun bir anda nasıl olup da herkesin herkesi sevdiği bir mahallenin muhtarları’na, bir süper baba’ya dönüştüğünü anlayamıyorum. dizinin bu üçüncü bölümünün sonunda, kısa bir süre önce rotasından bin millik bir uzaklıktayken bir adaya çakılan o kırk sekiz kişi çocuklar gibi şendi. adadaki herkes herkesle dost, herkesle arkadaştı.



kate: ne yaptığımı anlatmak istiyorum. neden peşimde olduğunu.

jack: bilmek istemiyorum. kazadan önce kim olduğumuzun ne yaptığımızın önemi yok kate. gerçekten yok. üç gün önce hepimiz öldük. hepimiz yeniden başlayabilmeliyiz.

2 Ocak 2008 Çarşamba

kate

[sezon 1 - bölüm 2 - pilot]



lost izlemeye devam etme nedenlerimden en önemlisinin adını öğrendim; kate. düşen uçakta kurtulanlardan biri de kate olmasaydı izlemeye devam eder miydim emin değilim.

jack'e gelince; kendini adanın fahri cumhurbaşkanı sanıyor olmalı. her şeye burnunu sokuyor. her yere yetişmesi, yardım etmesi iyi güzel de kahramanlığı bazen diğerlerine de bırakmalı. ama kabahat diğerlerinde ki sap gibi ortalıkta dolanıyorlar. ulan adam bir merak eder ne oluyor, ne bitiyor. belki enkazın altından yaşayan birileri vardır, belki civarda ada yerlileri vardır. yok, çoğunun skinde bile değil. boşuna lanet olası kendini beğenmiş, burnu havada obez amerikalılar dememişiz zamanında

bu arada sürekli sigara içen kirli sakallı bir adam var. henüz ismini bilmiyoruz. şu sayid adındaki iran'lı ile kavga eden. belli etmese de içten içe kate'e ilgi duyuyor ve kate ile jack arasında bir yakınlaşma ihtimali canını çok sıkıyor. jack'in 'hero' rolünü iyice benimsemesi de aralarındaki gerilime tuz biber ekiyor. sürekli şüpheci tavırları biraz da şizofren olabileceği izlenimi uyandırıyor ama böyle tipler filmin sonunda kurtarıcı rolüne bürünebiliyor. senaristler onun hakkında ne düşünüyor, bölümler ilerledikçe göreceğiz.

bir de charlie var. keş. bir ara henüz uçakta -uçak türbulansa girdiğinde- tuvalete kaçınca benim de şüphelerimi çekmişti ama tuvalette ot çektiğini görünce zararsız, kendi halinde bir tip olduğunu anladım. ilerleyen bölümlerde de etkisiz eleman olmaya devam edeceğini düşünüyorum.

ikinci bölümün en büyük sürprizi sevdiğim kadını -bir flashback anında- ellerinde kelepçeyle görmek oldu. böylesine hoş bir kadını ellerinde kelepçelerle görmek hoşuma gitmedi.

1 Ocak 2008 Salı

yeni başlayanlar için lost

[sezon 1 - bölüm 1 - pilot]

uçak düşmüş. ortada ağlayan, acı çeken, bağıran, koşuşturan kazazedeler. içlerinden biri hemen göze batıyor. doğuştan lider olduğunu br bakışta anlayabileceğiniz tiplerden. bir kaç kazazedeye müdahalesinden sonra doktor olduğunu da anlıyoruz. ve işyerindeki venüslü lost-sever arkadaşların hayranlıkla sözünü ettiği jack olduğunu. oysa ben daha farklı düşünmüştüm. kirli sakallı pejmurde bir tip falan. izlediğimden değil, sağda solda gördüğüm lost posterlerinden öyle kalmış aklımda.



ve sade ama gayet hoş görünümüyle esas karakterlerden biri olacağını tahmin ettiğim bir kadın. işyerinden birine benzetiyorum. bana prison break'in dr. sarah tancredi'sini hatırlatıyor. böylece sürükleyici konusundan başka izlemeye devam etmek için ellerimizde henüz ismini söylememiş 'güzel' bir neden daha var.

ilk bölümün bitmesine bir süre daha var ve tuvalete gitmem gerekiyor. gitmemeyi seçiyorum.